8 Aralık 2015 Salı

Kısır Döngü

Bizi ayıran şey farklılıklarımız değil, aynılıklarımızdır. Bir türlü, hepimizin "aynı" olduğu fikrine kapılamayız. En nihayetinde aynı yerde buluştuğumuzu ve hep aynı duygularla yoğrulduğumuzu, hepimizin bir tek ve aynı olduğunu kabullenemeyiz. Çünkü; hepimiz gözde olmak isteriz. Hepimiz anne ve babamızın biricik evladı olarak sevilmek ve bunun ömür boyu, her koşulda böyle kalacağına inanmak isteriz. Ama gerçekte ne olmuştu? Şiddet vardı, dayak vardı, güzel suratlara çarpan tokatlar vardı, kötü söz ve öz güven eksikliğini karaktere kazıyan aşağılanma ve saygısızlık vardı.Şimdi ne oldu? Şimdi birbiriyle savaşıp duran insanlar oldu. En iyisi olduğunu bir türlü hissedemediği için ölene dek bunu kanıtlamaya çalışan, gelişmemiş bir ruh topluluğu oldu. Neden olmuştu? Anne ve baba, ebeveyn olmadan önce isteklerinden ve hedeflerinden fedakarlık etmediği, çocuk doğurmak yerine kendi içindeki eksik kalmış çocuğu iyileştirmeyi seçmediği, doğurduğu şeyin bütün yaralarına iyi geleceği yanılgısına bağlandığı için oldu. Bu iyimser bir örnek olabilir, belki de çoğu zaman bunu yaparken aklında hiç bir şey yoktu, markete gitmek gibi, yalnızca buna koşullanmıştı. Peki bu uyur-gezer mekanizma nasıl korundu? Bunu, birbirine benzer durumda olan insanların aynı koşullanmalar içinde yaşadığı hayatların birleşmesiyle gerçekleştiren toplum gücü destekledi. Kendisiyle uğraşmak yerine, bundan kaçarak başkalarının hayatlarıyla alakadar olmayı seçen insanlar kendi acılarını durmadan beslediler. Acıyı beslerken, acı yaratmak zorundaydılar, aç kalmamak için çaresizliği seçtiler. Bu bir yaşam tarzı oldu ve etrafında yaşamaya başlayan herkese ve her şeye bu tarzı verdiler, bilinçle yada bilinçsiz, sadece var olmaları bile bu tarzın savunucusu olmaları için yeterliydi çünkü özgür değildiler. Genç insanlara birbirlerini tanımaları için vakit vermek yerine, genç insanlara deneyimleriyle destek olmak yerine kurallar koydular. Bu çerçeve içinde kalabilenlere, kendilerini acıtmamak için arada bir yardımcı oldular. Bu hayata gelişin sebebini koşullandırırlar; çalışmak, evlenmek, çocuk doğurmak olarak akıllara kazırlar. Bütün bunların ne demek olduğunu ne açıklayabilirler ne de sorgularlar ama buna devam ederler. Bunu neden yaparlar? Çünkü kendileri de aynı mekanizma içinde yaşamışlardır ve başkasına hükmetmek kendini büyütme sanatından daha kolay gözüktüğü için buna devam ederler. Aile topluluğu, toplumun örgüt evi gibidir, katıdır, nettir ve feda kültürüyle beslenir. Halbuki, hiçbir insan bu dünyaya birisi için gelmez, hiç kimse bu dünyaya bir şeye adanmaya gelmez. En fazla aşk vardır, en bağlı ve inançlı aşka tutunulur, herhangi bir şeyin aşkına, dünya aşkına, güzelliğin aşkına. Ama bu feda değildir, burada kimse kurban olamaz. Aile, her daim kendine verilen modeller arasından bir karakteri kurban seçer. Kurban da önceden bellidir, katil de. Kurban karakteri ve katil karakteri, her yerden zihnimize yerleştirilir. İnsan bunu neden yapar? En iyisini bulabilmek için. İnsan neden bu kadar fazla değişik materyal üretme ve satma ihtiyacı duyar? Tatmin olamadığı için. İnsanı nasıl tatmin edeceğiz? Ona milyon dolarlar versek ve tüm ekonomik sorununu ortadan kaldırsak, bu sefer hayatını neye yöneltir? İnsanı ince bir çizgide doyuracağız. Ne kızgın, ne öfkeli, ne beklentili ne de tacizkar. İnsanı önce ait olduğunu sandığı tüm topluluklardan çıkaracağız, önce aileden uzaklaşacağız. Çünkü biz çaresizliğe kapılmış bir rahme düştük, hırslı ve yıkıcı bir havuzdan çıkıp, yenilmiş ve mutsuz bir rahme düştük. Önce aileyi temizleyeceğiz, önce zihnimizdeki aileyi değiştireceğiz. Önce evimizi iyice karıştırıp kurcalayacağız, sonra yeniden değerlendireceğiz. Bu bir kısır döngüdür, aile toplumu yaratır ve toplum da aileyi döndürür. Bu bir kısır döngüdür, çoğu masum güzelliği ezen ve parçalayan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bana Yazın!

Ad

E-posta *

Mesaj *